11 Mayıs 2010 Salı

MEİS'İN ARDINDAN..


Dün ikindiyin Kaş’a vardım. Limon ağaçlı bir bahçede durdum. Yalnızdım. Meis tam karşımdaydı iki gözüm. Akşamları mütevazı hanelerinin, cıvıldayan bahçelerinin ışıklandığı biricik Meis. Kaş, Meis olmasa ne kadar mahzun. Meis, Kaş’sız hangi fukara Anadolu’ya sığınacak, ne denli anlamsız...

Meis’te buziki sesleri vardı ikindiyin, lakin aramızda deniz ve bürokrasi olduğundan duyamazdık. Yörük çocuğunun biri arkadaki bilmem hangi evde bağlama çaldı, Isparta Zeybeği’ni okudu ağlar gibi. Yüreğim sana yandı. Gün batımının esmer, esintili hüznüyle çıldırtan bir alacakaranlık... Usulca Çukurbağ Yarımadası’nı bir uçtan bir uca yürüdüm.

Dün akşam vakti yalnız Meis’i seyrettim. Meis ve Akdeniz sardı içimi gülüm. Bir cennet, bir parça yer kabuğu ve bir uçsuz deniz. Nedense aklıma Büyük Ada düştü. Troçki’nin tedirgin sürgün adımlarıyla yürüdüğü Büyük Ada’nın sahilleri... Troçki’nin bir başına balık avladığı kayalıkları anımsadım. Bir de Kronştad katliamını, bir de Kızılordu’yu. Ve Galiyev’in çektiği aç Sovyet Tatarları’nın insanın kanını donduran, lokmalarını boğazına düğümleyen fotoğraflarını... Dağıtılmış Müslüman Kızıl Alayları’nı... Ve Kırım ve Başkurdistan...

Deniz’le partiden kovulduğumuzda ben de Büyük Ada sahillerinde bulmuştum kendimi. Elimde bir not defteri, sırtımda bir hançer sızısı ve Salih’in çizgili beyaz gömleği vardı. Bir başınaydım, sen yoktun. Başka giyecek temiz gömleğim olsa, yine giyerdim o gömleği, biliyorsun. Ceketim O’nda kaldığından değil, hergeleyi özlediğim için; üşüyüp titreyerek voltaladığım Büyük Ada’yı anımsadım. Büyük Ada’nın at dışkısı kokan Arnavut kaldırımlı sokaklarını, cumbalı evlerini ve Dil Burnu’nun çam ormanlığından insanı vuran Marmara mavisini...

Teorilerin işlemeyip, ihanete saplandığı zamanlar geldi usuma. Birkaç karış yeryüzünü ve birkaç avuç deryayı cennet kılamayan kuramlara lanet okudum. Şimdiki rezilce talanları, yirmi birinci yüzyılın cehaletten, çürüyüşten, zorbalıktan ve umursamazlıktan mürekkep, kumdan iktidar kalelerini düşündüm. Büyük Ada’daki evinden bir şiir mırıldandı Ataol Behramoğlu. “Yaşamak görevdir yangın yerinde” diyordu en inatçı, en yenilgi bilmez dizelerinde.

Meis’le Kaş’ın arasındaki büyülü denizde, motorlar balıktan yahut gezintiden dönüyordu. Akşamın laciverdi gecenin koyuluğuna geçiyordu. Motorlar, yakamozları çoğaltıyorlardı. Yaşlı, küfürbaz ve yoksul sahil çocukları, o külüstür teknelerle bir küçük cenneti dolanıyorlardı. Sonra Mustafa Suphi’nin, Ethem Nejat’ın bindikleri savunmasız tekne geldi usuma. Teşkilat-ı Mahsusa artığı kayıkçılar kahyası Yahya’nın bir avuç komunist vatansevere yaşatıverdiği cehennem... Paşalar, fedailer, vatanının üstüne titreyen kahraman burjuvalar rahat uyusun diye, fikir atalarımızın Karadeniz’e akan kanları... Sonrasındaki danışıklı dövüşler, memleketimizin şimdiki hali...

Ataol Behramoğlu’nun Mustafa Suphi Destanı’ndan dizeler mırıldandım. Nazım Hikmet’in “bizimdir” dediği bu cennet, bu cehennem; gözlerimi bulutlandırdı, hıncımı kabarttı. Meis karşımdaydı sevgili, her yanımda dingin bir deniz çoğalmıştı. O denize Granma adlı küçücük bir tekneyle açılmıştım. Etrafı pek görmüyordum lakin yanımda Raul, Fidel ve Che vardı. Benle beraber 83 kişi, o 14 metrelik tekneye sığmıştı. Aynı denizde ve başka bir teknedeyse 16 kişiydik sevgili, bedenlerimiz delik deşik. Ruhi Su Karadeniz Ağıdı’nı söylüyordu. Meis’in bericiğinde, Kaş açıklarında yüreğimdeki fırtınalarla geziniyordum.

Dün Akşam Meis’i seyrettim, yorgundum. Aklımda ayrılıklar, hasretler ve yoksulluklar; Kaş’ı ve Akdeniz’i soludum. Hırsla kulaçlasa insan, karşıdan bize bakan Meis’in kıyılarına varması işten değil. Meis’i ve Kaş’ı seyrettim, efsunlu bir masalı dinleyen hattâ yaşayan bir meczup gibi. Sonbahardı, güz yansıyordu sahile. Artık günlerin doğuşu başka beter, batışı başka... Kuşlar güneylere çığrışırlar, uçmakla o deniz biter mi gülüm? Dün Meis’i seyrettim, seni de düşündüm.

Bekir Coşkun’un Cunda’yı anlattığı bir yazısındaki satırlar, içimden melankoli telleri kopardı, bir bir... Neredeyse ağlayacaktım. Yarım yamalak hatırlanmış bir yazı, bellekten hiç çıkmayan özlemler ve ukdeler... Cunda da Meis’e benzese gerek sevgili. Cunda’nın kuşlarını birkaç kez yazmıştı Bekir Coşkun.

Ama Küba farklıdır, Küba başkadır bilirsin. Nasipse bir gün el ele görecek ve döneceğiz. Sierre Maestra dağları, çile çeken, sosyalist, onurlu insanlar... Neşeli şarkılar, Jose Marti.... Ve Che Guevera ve üç kalem ekonomisiyle ilaçsızlığa, açlığa, emperyalizme direnen bir halk... Ve Castro... Dünyanın bütün adaları güzeldir sevgili. Dünyanın bütün insanları, güzelliklere iman edebilse...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İzleyiciler