12 Mayıs 2010 Çarşamba

BEN BİR TÜRK ZABİTİYİM (KİTAP TANITIMI)


İşgal ve milli mücadele yıllarının Antalya'sı hakkında bildiklerimiz nelerdir?

Antalya yöresinde 1. Dünya Savaşı döneminde hemen hiç çarpışma olmadığı.. İtalyanlar'ın biraz da 12 Ada ve Ege nedeniyle İngilizler'e gücendiklerinden ayrıca Akdenizli, dost (!) bir millet olduklarından "centilmence" bir çıkartma yaptıkları söylenir. Ve bazı kendini bilmezler şehir olarak düşmanı çiçeklerle karşıladığımızı anlatır.

Bunların hepsi tarihle ve maddi gerçeklerle örtüşmeyen rezil yalanlardır!

Oysa 1. Dünya Savaşı'nda İtilaf Kuvvetleri Donanması'nın saldırılarıyla Antalya sahilleri kana, baruta ve ateşe boyanmıştır. Kıyıda yiğit bir Kumandan, emrindekilerle mucizevi bir savunmaya imza atmıştır.

Milli direnişin nüvelerinin farkına varan ve müttefikleri nazarında politik mağlubiyet yaşayan İtalyanlar ise kısa süre sonra Yunanlılar'ın, İngilizler'in ve Fransızlar'ın Anadolu'nun işgali sonucu yaşayacakları bozgunu sezerek, ayak bastıkları topraklarda insanların canına, ırzına ve malına dokunmaktan sakınmışlardır.

O trajik dönemde Hacı Nafiz Hoca, Bozlarlı Ahmet Ağa (Ahmet BOZKURT), Korkutelili Eşkiya Mahmut gibi Kuvay-ı Milliyeci cesur direnişçiler bir tarafa, Antalya belki de tarihin gördüğü en büyük komutanlardan birini ulusa armağan etmiş bir kenttir.

1. Dünya Savaşı'nın ve Kurtuluş Savaşı'nın destansı yüzbaşısı Mustafa Ertuğrul'u...

Konyaaltı Atatürk Parkı'na yolunuz düşerse eski Gaziantep Restoran'ın yanı, hemen hemen eski Silyon'un karşılarında bir meydan arayınız. Orada büyük bir kahramanın, Mustafa Ertuğrul AKER'in heykelini göreceksiniz.

Meret OVEZOF’un yapıtı olan bu anıt, dehasıyla yurtseverliğini birleştiren komutan Mustafa Ertuğrul'un vaktiyle düşmanı mavi sularına gömdüğü körfeze bakmaktadır.

Mustafa Ertuğrul, Ben Bir Türk Zabitiyim adlı belgesel kitaba konu olan Türk Subayıdır. Tanıtmaya çalışacağım kitap tümüyle somut belge ve bilgilerle oluşturulmuş bir dokümanter olmasına karşın en coşkun epikleri gölgede bırakacak kadar gerçeğin sınırlarını zorlayacak bir vatanperverlik anlatısıdır. Bir açıdan ise bu kitap genç Cumhuriyetimiz’i kuran ruh halinin; yani cesaretin, azmin, aklın, özverinin ve tevazünün Mustafa Ertuğrul özelindeki görüngesidir.

KISACA KİTABIN YAZILIŞ ÖYKÜSÜ VE YAZARI:

1995 Temmuzunda, milli dalgıçlarımızdan Mustafa AYDEMİR Kemer Marinası’nın 500 metre ötesinde yattığını nicedir duyduğu bir batık için dalar. Mustafa AYDEMİR, Paris 2 batığına ulaşmış, makine ve aksamları neredeyse olduğu gibi yerinde duran bu bakir savaş gemisi enkazının orada ne aradığını sorgulamaya başlamıştır.

Günler geçtikçe Mustafa AYDEMİR için Paris 2 batığı tekrar tekrar dalınacak ve mazisi çıldırasıya merak edilecek bir deniz gizine dönüşür. Aydemir, yıllar sürecek bir arayışla Osmanlı ve Genelkurmay arşivleri, Fransız bibliyografyaları dahil binlerce kaynağı bizzat araştırır yahut çalışma arkadaşlarına taratır.

Mustafa AYDEMİR, Antalyalı tarih tutkunu bir aydın olarak, 1. Dünya Savaşı dönemine ait olabileceğini kestirdiği gemiden yola çıkarak Antalya yöresindeki dönemin deniz savaşlarını inceler. Bilgiler peş peşe birikip yığılmaya başladığında resmi kayıtlarla, Fransız – İngiliz kaynaklarıyla tek tek teyid edilen, akıllara durgunluk veren bir kahramanlık öyküsü doğar.

Bir tür tarih dedektifliğine soyunan Mustafa AYDEMİR büyük zaman harcayarak ve azımsanmayacak bir mali yüke girerek son derece özverili bir serüvene koyulur. Başta Pierre LOTİ olmak üzere pek çok yabancı yazarın, gazetecinin dahi övgülerle söz ettiği Mustafa Ertuğrul’la ilgili pek çok kaynağı sonuçta gün yüzüne çıkarmayı başarır. En önemlisi Mustafa Ertuğrul’un, Mareşal Fevzi ÇAKMAK’ın ricası üzerine kaleme aldığı ve alçakgönüllülüğü nedeniyle hayattayken yayınlanmaması şartıyla ailesi tarafından saklanmış gizli günlüklerine ulaşılır.

Hayatta olan aile bireyleri ile Gazi Mustafa Ertuğrul’un madalyaları, anıları daha önemlisi tümü resmi kayıtlarla ve devrin “harp muharrirlerince” yazılmış belgelerle karşılaştırılan hatıratları ekseninde söyleşiler yapılır. Sonuçta tam bir müze kitap olan Ben Bir Türk Zabitiyim’in ilk baskısı 2004’te Denizler Kitabevi’nden yayımlanır.

MUSTAFA ERTUĞRUL (AKER) KİMDİR?

Mustafa Ertuğrul, İngiliz uçak gemisi Ben My Chree’yi vurarak tarihte ilk uçak gemisi batıran subay unvanını almıştır. (Daha sonradan USS Yorktown, Akagi, Kaga ve Soryu gibi çok ünlü uçak gemileri Japon- Amerikan savaşlarında batmıştır.) Fakat ünü bu başarının öncesine dayanır.

Resmi kayıtlara göre 1. Dünya Savaşı’nda aralarında zırhlı, hücumbot, uçak gemisi ve başkaca irili ufaklı 200 civarı düşman tekne ve gemisi batırmış cilalı söylevlerde adına rastlanmayan bir subaydır. Çarpıştığı tüm cephelerde, sadece yurdunu savunmak üzere savaşmıştır.

Çanakkale'deki başarılarının yanı sıra, Kurtuluş Savaşı'nda yakın arkadaşı Demirci Mehmet Efe ile batı cephesinde işgalcilere ilk bozgunları yaşatan askerdir Mustafa Ertuğrul...

Türk subayı Mustafa Ertuğrul, Osmanlı donanmasının Haliç’e kilitlendiği, Fransız deniz kuvvetlerinin, Yunan adalarında konuşlanarak tüm sahil kasabalarımızı, sivilleri özellikle de un fabrikalarını topa tutuğu dönemde, Almanlar tarafından kısa bir eğitim aldı.

Topçu bataryasını önce Kaş’a kurarak oradan Meis adasını mesken tutan Fransız gemilerini batırmasıyla ünlendi ilkin. Eski adı Ağva olan bugünkü Kemer’de ilginç rastlantı, Fransız tatil köyü Clubmed’in ilerisindeki kayalık tepe üzerinden denizin derinliklerine yolladığı Paris 2'ye taarruz ettiği mevziler halen tatil köyünün içinde bozulmamış olarak duruyor. Ve ne hazindir ki bugün oraları görmeniz Fransızlar'ın iznine bağlıdır...

Paris 2'yi dört sabit bataryadan %95 isabet oranıyla açtığı top ateşiyle batırmıştır. Vurduğu gemiden kurtulan personele kendi askerlerinin temiz esvaplarını giydiren, yaralarını saran onları Antalya’da tedavi ettiren ve onlara insanlık dersi veren Mustafa Ertuğrul’un attığı bir top Paris 2 gemisindeki Fransız bayrağına isabet ettiği için gemiden kurtulan Fransız kaptandan özür dileyecek denli nezaket sahibi bir kahramandı.. Aynı Fransız kaptanını Konya'daki esir kampına göndermeden önce, esir kaptanın batan gemiden kurtarmayı başardığı köpeği için endişelendiğini öğrenince köpeğe bakma sözü verecek kadar centilmen bir askerdi O.

Mustafa Ertuğrul’un üstün yetenekli bir askeri taktik uzmanı olduğunu biliyoruz. Örneğin küçük bir teknedeki portakal sandıklarının altına tuzaklı dinamitler yerleştirerek ve bu portakal takasını düşmanca tam yağmalanacak şekilde "göstermelik bir uzaktan" geçirerek yem eden ve savaş gemisine çektiren böylelikle düşman gemisini savaş dışı bırakan son derece zeki bir stratejist olduğunu tarihin kuytularındaki kayıtlardan öğreniyoruz.

Zira ünü sadece Osmanlı ordusunda değil düşman askerleri arasında da yayılmıştı. Mütareke sonrasında Aydın cephesinde silahları teslim almaya gelen İngiliz komutan, Mustafa Ertuğrul Bey'i tanıyor ve "Sizin gibi bir komutanın silahını almayı askeri şerefe aykırı sayarım" diyerek silahlarını ve elindeki dört topu biraz tahrip edip bırakıyor. Ve kaderin tecellisi Kurtuluş Savaşı başladığında başlangıçta milli kuvvetlerin elindeki en önemli silah bu dört top olacaktır. Mustafa Ertuğrul Bey o dört top ile işgalcilere kök söktürüyor. (Zira İsmet Paşa Cumhuriyetin ve Lozan Antlaşması'nın 50. Yıldönümü dolayısıyla verdiği konferansta "Elimizde savaşa başlamak için sadece düşmandan kurtarabildiğimiz tamire muhtaç üç -beş top vardı" diyerek neredeyse direnişin bu toplarla başladığını anlatır.).

Dediğimiz gibi Mustafa Ertuğrul'un ününün ve özgüveninin ardında dünya denizcilik ve savaş tarihinde ilk kez bir uçak gemisini topçu ateşiyle batırması rol oynamıştı. İngilizler'in 110 metrelik efsanevi uçak gemisi Ben My Chree'yi Meis açıklarında sulara gömüyor, ardından Fransız savaş gemileri Paris 2 ve Alexandra'yı de Kemer'de denizin derinliklerine yolluyordu. Kemer açıklarında denize döktüğü yaralı düşman askerlerini denizden toplayıp yaralarını saran, anılarında da "Zaferden mütevellit neş'emizi yaralı düşman askerlerinin acısına hürmeten izhar etmedik" diye yazacak kadar hümanistti. Acımasız savaş koşullarında dahi insanlığının ve merhametininin pusulasından hiçbir zaman sapmamıştı. Harbiye yıllarından beri resimle uğraşan sanatçı ruhlu bir subay olduğu biliniyor. (Görev yaptığı Aydın'da evladı vefat edince yaptığı inanılmaz suluboyaları seyredip, Mustafa Ertuğrul'un bu resimlere düştüğü notları okuyunca, gözlerim dolu dolu oldu..)

Mustafa Ertuğrul'la ilgili "Ben Bir Türk Zabitiyim" adlı kitabı yazan değerli ağabeyim, hemşehrimiz Mustafa AYDEMİR şöyle söylüyor: "Bu kadar başarısına rağmen çok mütevazı bir insan. Anlatmak, övünmek gibi bir şeyi yok. Çanakkale’de uçak düşürmüş. Aydın'da eşkıya güçlerinin milli güçlere kazandırılmasını örgütlemiş. Demirci Efe ile çok yakın arkadaş. Dostlukları sonra da devam ediyor. Yaşlılıklarında buluşuyorlar. Anılarını sadece batırdığı gemiler üzerine yazmış. Diğerlerini anlatmıyor." Mustafa Ertuğrul'un anılarını yazmasının da bir öyküsü var. Mustafa AYDEMİR bu öyküyü şöyle anlatıyor: "Bir gün Büyük Mareşal (Fevzi ÇAKMAK), Antalya'da O'nu ziyaret etmiş. 'Bunları yaz, bunlar unutulur gider' demiş. Bunu emir telaki edip oturup yazmış. Ama 'Bu benim odamdan asla dışarı çıkmayacak' demiş. İnanılmaz anılarını resimleyerek 1934 yılında yazmış. Ve muhteşem anıları tek tek Fransız-İngiliz askeri kayıtlarından doğrulanmış..." (Zira, Ben Bir Türk Zabitiyim'i okurken bunun pek çok dipnot ve dökümanla örülü titiz bir belgesel, gerçek bir müze kitap olduğunu anlıyorsunuz)

Kurtuluş Savaşı'ndan sonra ise Antalyasında çiftçilik ve bayındırlık işleriyle gene tevazu yüklü bir yaşam sürüp, sessiz sedasız ömür tüketmiş Mustafa Ertuğrul. (Bu özelliğiyle de Resnelli Niyazi'ye benzer).

Soyadı Kanunu’nun ardından “AKER” soyismini almış. Atatürk'ün kendisini evinde ziyaret etmesi ve son derece sevmesine karşın, Ata'ya olan manevi yakınlığını, Cumhuriyet'in ilk kuşağının kimi mensupları gibi istismar etmemiş. İstese vali, mebus hatta vekil olması işten değildi. Gazi'nin sofralarında yalınayak tepsi taşıyan nice ciğersiz sonradan mühim mevkiler elde ederken, Mustafa Ertuğrul tarihi kişiliğiyle yetinmiş, yaptıklarına ihanet etmemiş... Akrabaları, tanıyanları O’nun politik hırslar yerine atına binmeyi, resim yapmayı, bahçesine ve toprağına emek dökmeyi tercih ettiğini anlatıyorlar. (Yıkılan eski evi Karaalioğlu Parkı içindeki şimdiki Rus Konsolosluğu'na çok yakın bir yerlerde olmalıydı.. Belki de tam o arsanın üstündeydi).

Amerikalı'nın Rambosuna bilmem nesine, palavradan kahramanlarına gösterdiğimiz ilginin yüzde birini Mustafa Ertuğrul gibi kendi gerçek kahramanlarımıza umarım gösteririz.

Mustafa AYDEMİR’in bu yapıtını başta Antalyalılar olmak üzere tüm yurttaşlarımızın okuması gereklidir. Zaferlere hümanizmiyle imza atmış Mustafa Ertuğrul’u tanımak, kıvanç duymak ve tarih bilincimizi arttırmak için..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İzleyiciler