14 Eylül 2010 Salı

CEMİL MERİÇ

Antik yapıtlarla, kıyıda köşede kalmış kıymetli modern eserlerin hemhal olduğu derin madenlerin dehlizlerinden çıkartılmış birer mücevher gibi parlayan cümleleri vardır Cemil MERİÇ’in. Sahici, emek isteyen, zekânın hattâ dehanın eleğinde rafine edilmiş cümleler… Ve tümü baştan sona böylesi cümlelerle bezeli kitapları…

Yalnızlığımın, sancılarımın ve yoksunluklarımın tercümanıdır Cemil MERİÇ.

Ana dilimde yazmış olması mensubu olduğum toplumla aramdaki içime sinen ender uzlaşılardan biridir.

"Bu tehlikeli ve batak kıyılara yaklaşmayın. Buralarda ölümcül kayalıklar var" diyen ve kendilerini yanlış anlayan pek çok budalayı çekim alanlarına hapseden Batı’nın o “büyük” yazarlarından değildir... Adetâ "Bir koyun tehlikesiz, sığ sularında amaçsızca, beyhude dolaşmaktansa yalnızlıkla, bilinçle ve yoksullukla azgın bir okyanusa açılıp kaybolun" der. Üstelik anlayana, o okyanusun hayali bir uzakta değil kişinin öz seceresinde başladığını haykırır.

Saint Simon’u, doğu mitolojisini, Hint felsefesini, Circe’yi, eski uygarlıkları, modern çağın cilalı yüzünün altında yatan bin bir çeşit vahşeti, egemenlerce tıkıldıkları bilgi zindanlarından emek emek gün yüzüne çıkarılmış, tarihin gizlerinden devşirilmiş sayısız bilgiyi; kendine özgü bir biçem ve yorumlama yeteneğiyle anlatır.

Yaşamı boyunca batıcılık, Türkçülük, sosyalistlik, ümmetçilik ve doğuculuk gibi merhalelerden geçmiştir. Nihayet; "izm"leri, idraklere giydirilen deli gömlekleri olarak tanımlayan bir düşünce devidir... "Onlar sürü yavrum. Zincirlerinden başka kaybedecek neleri var? Karanlıktan geldiler, karanlığa gidiyorlar. Ummandaki dalgalar gibi sayısız. Tarihi yok bu sürünün. Macerası yok. Yıldızlara tırmanan merdivenden habersiz. Yürüyen, esneyen, tepinen ve öğrendiği şeyleri tekrarlayan uzviyet. Kafanın vecdinden habersiz. Bu sarhoş karnaval alayını yıldızlar, yüzbinlerce yıldız, kayıtsız bakışlarıyla seyrediyor " diye yazabilmiştir örneğin.

En gerçekçi ve sert yazılarında bile gizli bir şiir, dahası büyük bir edebi lezzet ve özgün örnekler, eğretilemeler bulunur. Dil devrimiyle, bir toplumun belleğinin ve geçmişe dair yazınsal bağının tahrip edildiği gibi aykırı görüşleri vardır. Ömrünün özellikle son döneminde saplantı derecesinde batı karşıtıdır...

"sensiz giden trenler,

ufuklarda kaybolan birer ümit

nehir gibi akmıyor günler heraklit heraklit.

zaman masal kuşlarına benziyor

abûs, kocaman, sâkit.

ve geceleri

alnında dolaşır biteviye

kirli, soğuk pençeleri.

yıldızları söndürmüş fırtına,

batan gemidesin;

senden ne kalacak yarına!

kıyılardan imdat isteyen sesin" dizelerini okuduktan sonra, Cemil MERİÇ’e daha fazla şiir yazmadığı için hayranca bir sitem duymamak elde değildir.

Yapıtlarının bir nevi özeti ve kolajı niteliğindeki Bu Ülke’yle başlamak en iyisidir. Bilgece ve ozanca aktarır düşüncelerini, yaşadığı trajedileri.

Şiiri, keşfettiği romanları, tarihi çarpıtan ya da saklayan metinleri okuyup yazarkenki yıllar yılı süren çileli yolculuğunda bitap düşen gözlerini kaybedince başlamıştır asıl macerası. Türkçe’ye çevirmek, tekrar okumak, yorumlamak ve eleştirmekle kendini yükümlü hissettiği binlerce cilt eserin; çoğunun artık başkaca baskısı bulunmayan, ömrünü adadığı kitaplarının bir gecede “tuğlaya dönüştüğünü” söyler asla sızlanmadan. Körlüğüyle; görünen bilim, sanat ve metalar dünyasından adım atılan, yaşamlarımızda pek çok şeye dair çekilmiş uyduruk hudutlarımızı daha yiğitçe darmadağın edeceği destansı bir “okuma” ve yazma süreci başlamıştır.

"Ben görmedim Paris'i.. Paris evde yoktu.. Ben rüyada gördüm Paris'i, gülümsedi ve kayboldu. Neden beni aramak için buralara kadar geldin diye sitem etti bakışları. Promete kafdağı'na zincirlenmiş, ben hastaneye zincirliydim. Paris'te hastaneye zincirli olmak. Hastaneye ve karanlığa. Reyhaniye'nin çamurlu sokaklarını, kerpiç kulübelerini ve maymun azmanı insanlarını, kötü yazılmış natüralist bir romanın esneten teferruatlarını okur gibi, yıllar yılı seyreden gözlerim, Paris'te kapalıydılar" sözleri bu büyülü yolculuğun girizgahıdır. Cemil MERİÇ’in gözlerini yitirmesi, Promethe’nin ciğerini kartallara yem etmesi, Socrates’ın baldıran zehri içmesi ayarında bir hadisedir nazarımda.

Lamia Hanım'a yazdığı, Cyrano de Bergerac'ın Roxanne'e ya da Kafka'nın Milena'ya gönderdiklerini solda sıfır bırakacak kadar vurucu aşk mektupları mutlaka okunasıdır...

Cemil MERİÇ sonuçta kimdir? Bir unvanla tanımlamak gerekirse edebiyat sanatçısı, çevirmen, akademisyen, tarih ve dil âlimi, filozof yahut âşık değildir. Tüm bu sayılanların mühim donanımlarından edinmiş, tüm bu sayılanlardan özge, eşine benzerine milyarlarca insan içinden pek rastlanamayacak bir münevverdir.

2 yorum:

  1. Ah Onur, Cemil Meriç'in Bu Ülke'sini okuduğum zaman hakkında yazılmış ne kadar yazı varsa bulup okumak ve tanımak istedim kendisini. Biyografini okuyunca da hayretler içinde kaldım. Bir ömre, hem de 38 yaşında gözlerini kaybetmiş bir insanın 71 yıllık ömrüne nasıl sığar bunca çaba, bunca araştırma ve kültürel birikim?

    ''Bir ülkenin vicdanı olmak, idrâkimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını, Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak için feda etmiştir kendini. Kitap kuşanmıştır. Ömrünü, okumaya, düşünmeye ve düşündüklerini yazmaya adamıştır.''diye söz ediliyor bir yazıda.

    Cemil Meriç'i tanımak, tanıtmak lazım.

    YanıtlaSil
  2. Cemil Meriç'i anlatmaya cümleler yetmez hayatını kitaplara adamış büyük insan.

    YanıtlaSil

İzleyiciler